Değişim… Kulağa basit bir kelime gibi gelir; oysa insanlığın bütün hikâyesi
onun içinde gizlidir. Gelişmenin, büyümenin, kalkınmanın özüdür. Eski
alışkanlıkların, kökleşmiş düşüncelerin yerini yenilerine bırakmasıdır. Taş
devrinden dijital çağa, mağaradan metropole, içgüdüden bilince uzanan bir
yolculuktur değişim. Hayatın karşı
konulmaz bir kuralıdır.Gelişmenin, dönüşümün, bazen de varoluşun
bedelidir. Kısacası; insan, değiştiği sürece var oldu.
Doğa da aynı yasalara tabidir. İnsanoğlu, doğanın bu kaçınılmaz yasasına
karşı ne kadar direnirse dirensin, sonunda onunla uzlaşmak zorunda kalır. Çünkü
değişim, yaşamın en temel gerçeğidir. Hayatta kalabilen türler, en güçlü
olanlar değil, değişime en hızlı uyum sağlayanlardır. Darwin’in “Doğal
seçilim” dediği bu süreç, aslında değişimin kaçınılmazlığının bilimsel
kanıtıdır.
Ancak değişim, sadece dışsal bir dönüşüm değildir. Toplumların, bireylerin
ve düşüncelerin derinliklerinde yaşanan bir yeniden yapılanmadır. Her değişim
bir “hal” den başka bir “hal” e evrilmektir. Bu gelişmenin temelinde insanın
kadim arzusu yatar: Hayatta kalmak ve geleceğini güvenceye almak.
Kökler ve Dallar
Her değişim bir dönüşüm, her dönüşüm bir yeniden doğuştur. Ancak doğarken
eskiyi bütünüyle terk etmek gerekmez. Çünkü insan, köklerinden koparsa yönünü
kaybeder. Köklerimiz, kimliğimizin haritasıdır; dallarımız geleceğe uzanma
arzumuz. Gerçek gelişme, işte bu iki kavramın dengesinde saklıdır.Gelenekle
yeniliği, değerle dönüşümü dengeleyebilmek, sağlıklı bir değişimin
anahtarıdır.
Bir toplum, değişirken kendi kültürel kodlarını, tarihsel hafızasını ve
ahlaki değerlerini koruyabiliyorsa, o değişim yapıcı bir gelişime dönüşür.
Aksi halde, gelişim zannettiği şeyin içinde yavaş yavaş yozlaşır.
Bir bakıma, değişim bir “denge” sanatıdır.
Doğal olaylarda yer kabuğu zamanla biçim değiştirir; toplumlarda ise düşünce
katmanları, kültürel akımlar, teknolojik devrimler aynı şekilde dönüşür. Ancak
bu süreç hiçbir zaman bir anda gerçekleşmez. Bu
süreç, değişimi hızlandıran ya da değişim hızını düşüren temel dinamikleri
içerisinde saklar. Değişim, zamanın içinde, dirençle
sabrın dansıdır.
Algı Paradigma ve Direnç
Değişimin en çetin alanı, dış dünya değil, insan zihnidir. Her birimiz
değişimi farklı algılarız. İlk eğitimimizi ailemizden, ilk bakış açımızı
çevremizden alırız. Çünkü hepimiz kendi geçmişimizin, eğitimimizin,
inançlarımızın ve çevremizin bir ürünüyüz. Çocukluktan itibaren ailemiz,
öğretmenlerimiz, kitaplarımız ve dostlarımız bize bir dünya algısı kazandırır. Ancak
zamanla bu bakış açısı, bir “gözlük” haline gelir. Dünyayı olduğu gibi
değil, bizim olduğumuz gibi görmemize neden olur.
Bu nedenle her birey, değişime farklı tepkiler verir. Kimisi fırsat görür,
kimisi tehdit. Çünkü değişim, konfor alanımızı sarsar. Bildiğimiz düzenin
sınırlarından çıkmayı, alışkanlıklarımızı bırakmayı gerektirir. Ve çoğu zaman
korkutur: belirsizlik, başarısızlık, dışlanma ve statü kaybı korkusu...
Değişimin Kimyası
Bilim, değişimin doğasını belki de en güzel şekilde kimyasal tepkimelerle
anlatır. Tepkimeye giren maddeler, yeni bir bileşik oluşturmak için önce mevcut
bağlarını koparmak zorundadır. Kimyasal reaksiyonun gerçekleşmesi ve yeni maddeler
elde edilmesi için tepkimeye giren maddelerin arada bulunan bu dağın zirvesini
aşmaları gerekir. “Geçiş evresi” bu dağın zirve noktasıdır. Ancak zirve
aşıldığında, hiçbir özelliği eskisine benzemeyen yeni bir madde doğar
Duygusal
Bağlar ve Değerlere Saygı
Değişimin en hassas noktası, insanların duygusal bağlarıdır. Her birey,
geldiği topluluğun, geçmişin ya da bir düşünce sisteminin parçasıdır. Bu yüzden
geldiğimiz yerleri küçümsemek, inkâr etmek, eskiden sevileni hedef almak büyük
bir kırılma yaratır. Her bireyin sevdiği, saygı duyduğu kişiler ve simgeler
vardır. Onları hedef alan ağır eleştiriler, toplumsal bağları zedeler.
İYİ Parti, Türkiye’nin geleceği için
sorumluluk almaya karar veren cesur insanların hareketi olarak doğdu. O gün
nasıl ki umutsuzluk içinde bir çıkış yolu arandıysa, bugün de değişimin devam
etmesi, ilk günkü inanç ve samimiyetin korunmasına bağlıdır. Değişimin temel
dinamiği; ortak hedefe inanmak, farklılıkları zenginlik olarak görmek ve
toplumsal faydayı kişisel çıkarların önüne koymaktır.
Ancak son dönemde, özellikle kongre sürecinde
yaşanan kişisel husumetler, karalamalar ve bel altı vuruşlar, bu ortak yapının
ruhuna zarar vermektedir. Her söz, her davranış; bir yapıyı ya güçlendirir
ya da içten içe zayıflatır. Özellikle geçmişten gelen kırgınlıkların bugüne
taşınması, partinin değerlerini gölgede bırakır, toplumsal değişim iradesini
sarsar. Gerçek değişim, kişisel öfkenin değil, ortak aklın ve vicdanın sesine
kulak vermekle mümkündür.
Bugün artık mesele geçmişte ne olduğumuz,
nereden geldiğimiz değil, gelecekte neyi birlikte inşa edebileceğimizdir.
Kırgınlıkları değil, ortak idealleri büyütmeli; eleştiriyi düşmanlıkla değil,
gelişim arzusu ile dile getirmeliyiz. Ancak bu bilinçle, değişimi kalıcı kılar
ve toplumsal yapıyı daha güçlü bir temele oturtabiliriz.
Eşiği Aşmak
Her birey ve toplum, değişimin bir eşiğinde durur. Bu eşik, geçmişle
gelecek arasındaki ince çizgidir. Geçmek cesaret ister; kalmak ise konfor. Ama
şunu unutmamak gerekir: Konfor, gelişmenin düşmanıdır. İnsan, konfor alanında
güvendedir ama aynı zamanda durağandır. Değişim, korkuyu değil, merakı
besleyenlerin yoludur.
Değişimin Ahlakı
Değişim, bir zorunluluk değil, bir sorumluluktur. Yıkmak değil, yeniden
inşa etmek sanatıdır. Bu süreçte herkes, bir “katalizör” görevi
üstlenmelidir; değişimi hızlandırırken, toplumsal uyumu da korumalıdır.
Ve sözün özü: Asıl mesele, değişmek değil, nasıl değiştiğimizdir.
Unutulmamalıdır ki:
“Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu paylaşanlar anlaşır.”
Not: Günün ruhuna uygun olarak düzenlediğim bu yazının ilk yayın tarihi 17
Şubat 2018 O tarihinde “Ortakses”ve
Bursa Kent Gazetesinde yayınlandı.




Yorumlar