SON DAKİKA
Hava Durumu

YAZILACAK BİR TARİH DAHA VAR

Yazının Giriş Tarihi: 08.04.2024 10:38
Yazının Güncellenme Tarihi: 08.04.2024 10:38

Maalesef beklenen sonu dün yaşadık. Teferruata ne hacet? Olan oldu bir kere!

Hislerim mi?

Hislerimi yıllar önce uykusuz geçirdiğim bir Bursa gecesinde karaladığım satırlardan hep beraber okuyacağız az sonra...

Ama öncesinde hemen belirteyim, benim o geceden, bu güne kadar fikirlerim hiç değişmedi. Ama umarım ki içinde bulunduğumuz şu karanlık günler, aydınlık yarınlara uzanarak değişecek ve bütün bir şehir el ele, gönül gönüle vererek yeniden hak ettiği yere dönecek. İnancım var.

Şimdi yıllar önce uykusuz gecemde neler karalamışım hep beraber bakalım...

Temenyeri’nde kıyasıya bir maçın içindeyim... Kan, ter ve çocuk azmimle topun peşinden koşuyorum. Maç bitiyor, kenardan izleyen ağabeyler geliyorlar yanımıza. “Haydi” diyorlar “Topu en çok kim sektirirse akşam onu Bursa maçına götürelim.” O güne kadar hiç maça gitmemişim, heyecanlıyım. Arkadaşlar başlıyorlar topu sektirmeye. Bir, iki, üç, dört... Sıra bana geliyor. Bir iki farkla kazanıyorum bu yarışmayı. Ama nafile... Geçmiş gün, o gün maça neden gidemediğimi hatırlamıyorum.

 Yalnız o günden sonra çocuk yüreğim büyük bir arzuya kapılıyor; “Bir gün Bursa maçına gideceğim!” Okul harçlıklarımı biriktiriyor, kendime ilk önce bir atkı alıyorum. Atkı tribün için mühim, daha önce maçlara gitmiş arkadaşlar anlatıyor, oradan biliyorum. Zaman geçiyor, cebimde okul harçlıklarımdan biriktirdiğim bilet parası Altıparmak caddesinden stada iniyorum. Yeşil atkı boynumda. Gururluyum, sevinçliyim... Televizyondan izlediğim takımımı canlı göreceğim... Akşam gölgeleri çöküyor Altıparmak caddesinin ışıklı vitrinlerine. Stada varıyorum... Bilet kuyruğu, kontrol, o, bu, şu... Nihayet kapalı kale arkası, yani o meşhur Teksas tribününe adım atıyorum. O an içimde bir ürperti uyanıyor. Yemyeşil bir denizin içindeyim sanki... Tıklım tıklım bir tribün. Kalbimin daha şiddetli çarptığını hissediyorum. Besteler söyleniyor hep bir ağızdan... Rakip Galatasaray... Sahaya çıkıyor takımlar. Alkışlar, tezahüratlar, çığlıklar. Yaşadığım şehir, o yeşil sahaya, Uludağ’ın yeşilliğinden bir ses, bir inanç olup akıyor sanki. Maç başlıyor. Çıktığım koltuğun üzerinde dizlerim titreyerek izliyorum. “Gol!” Çılgınca sarılıyoruz birbirimize...

Maç bitiyor, kalabalıkla birlikte akarak stattan çıkıyorum. Atatürk Stadyumu, arkamdan o yeşil beyaz çatısı ile tebessüm ediyor sanki. Yıllar geçiyor. Bir kez daha küme düşüyor ama yeniden çıkmasını biliyoruz. O özlediğimiz Bursa’nın çok uzaklarda değil, baş ucumuzda olduğu 2009-2010 sezonunun son maçında Teksas’da yine yerimi alıyorum. Daha büyük, daha inançlı, daha bir Bursalıyım artık. Sonrası malum... Düdük çalıyor, kendimi bir anda coşkun bir kalabalık içinde yeşil sahada buluyorum. Şampiyon oluyoruz.! Altıparmak da, Kapalıçarşı da, Heykel de, Setbaşı da şampiyon oluyor böylece...

 Şimdilerde mazi gözümde böyle bir hasretle tüte dursun, o günlerden koskoca bir şehre geriye kalan neymiş tespit edelim... Şöyle bir esnaf lokantalarına, kahvehanelere, çay ocaklarına uğrayın Bursa’da, muhakkak duvarda asılı bir 2009-2010 sezonuna ait şampiyon kadro posteri vardır. O postere bakar, üzerinde yazan futbolcu isimlerini tek tek okursunuz... Orada yazan her isim ortaya bir ruh koymuş, armanın manasını bilerek sahada ter dökmüştür. Gururla anarsınız her birini...

Kestane arabaları, simitçi tablaları da Bursaspor armasıyla süslüdür Bursa’da hep. Olur olmadık yerde armayı görür mutlu olursunuz. Şehrin atan nabzının içinde bir sıcaklık, bir hayattır Bursaspor. Maaşı yatınca ilk iş olarak koşa koşa gidip forma alan işçi, soğuk kış günlerinde sadece boynuna değil kalbine de atkısını saran talebe, arabasını gururla yeşil beyaz renklerle bezeyen şoför, şehreküstü istasyonunda taraftarı selamlayan metro, kapalı çarşıda ihtişamla salınan bayraktır Bursaspor.

Bir zamanlar Bursa’da Tophane meydanına çıkan her çocuk ilk iş olarak stadı sorar, o yeşil beyaz çatıyı görünce buğulu gözleriyle o statta top koşturacağı günlerin hayalini kurardı... Ya şimdi? Tophane yamaçlarının geniş manzarasından stadyumun izi silinmedi sadece. Bir şampiyonluğun, bir devrimin yaşandığı koca bir mabedin de ihtişamı silindi. Kimseler bir şey söylemedi, kimseler ses etmedi... Usul usul yıkıldı bir zamanlar duvarlarında şampiyonluk bestelerinin yankılandığı taş duvarlar. Tokalaştılar, söyleştiler, çizdiler ve gidip de orta yere kondurdular Timsah çatılı stadı. Bu yeni stadın bitmek bilmeyen çatısı, bitmek bilmeyen bir çilenin ilk göstergesiydi.

Dünyada son on yıldır politikadan, ekonomiye, oradan sosyolojiye, sanata, felsefeye, mimariye, aktiviteye ve spora uzanan bir değişim var. Bu değişimin kazananları olduğu gibi kaybedenleri de oldu elbet. Hakikattir; her değişim kendisiyle beraber yeni bir enerjiye uyum sağlama külfetini de beraber getirir ve bu enerjiye uyum sağlanamazsa yok oluş mutlaktır.

Dünya futbolu değişti, değişiyor. Sürekli artan borçların ve maliyetlerin yanında takımlar yeni oyun stratejileri ve farklı bakış açıları ile sahada yerlerini alıyorlar. Ama mücadele kavramı hiç değişmeden asli manasını koruyor. Sosyolojik olarak en güzel teşhislere gebe futbol kavramı sadece bir takımın iç dinamiklerinin veya taraftarlarının panoramasını çizmiyor. Futbol kulüpleri ait oldukları şehirlerin de sahadaki temsilcisi ve ruhu oluyorlar.

Tıpkı Simon Critchley’in, Futbol Düşünürken Aslında Ne Düşünürüz adlı eserinde; “Futbol savaşın başka araçlarla devam ettirilmesidir, ama futbolun araçları da düpedüz savaşa meyillidir. Mesele kazanmaktır, bazen de kahramanca mağlubiyet.” Dediği gibi, yerine göre alınan mağlubiyet bile bir şehrin ruhunda destanlaşabiliyor.

Futbol takımları artık yeni oyun stratejileri ile sahada yerlerini alıyorlar demiştim. Bu çağın örneklerine uyum sağlamayı gerektiren bir mesele şüphesiz. Ama oynanan oyunun stratejisi kadar, oyunun amacı ve kutsiyeti de aynı ehemmiyeti taşıyor. Bakın Alman filozof Gadamer, Hakikat ve Yöntem eserinin birinci cildinde ne diyor;

“Sadece oyun olan şey önemli değildir. Oynamanın önemli olan şeyle özel bir ilişkisi vardır. Ona “amacını” veren şey yalnızca bu özel ilişki değildir: Aristoteles’in söylediği gibi, “ dinlenmek adına oynarız.’’ Daha da önemlisi, oyunun kendisinde kutsal olan bir şey vardır. Yine de, oyunda, aktif ve ilgilenen varlığı (Dasein) belirleyen amaçlı ilişkiler basitçe yok olmaz, gizemli bir biçimde askıya alınır. Oyuncunun kendisi, oyunun yalnızca oyun olduğunu ve amaçlarını ciddiyetinin belirlediği bir dünyada var olduğunu bilir. Fakat o bunu, bir oyuncu olarak, bu ciddiyetle ilişkiyi fiilen amaçladığı/yöneldiği şekilde bilemez. Oyun amacına yalnızca oyuncu kendisini oyunda unutuyorsa ulaşabilir.”

 İşte mesele son derece girift bir halde tam da burada başlıyor. Bursaspor, sonucu kahramanca bir mağlubiyet olsa dahi oyun içinde kendisini unutabilecek bir kutsiyet bilincine ve bir amaç olgunluğuna erişemiyor. Temeli sarsılmış, yapısı bozulmuş, yalnızlaştırılmış bir Bursaspor, artan borca, politik çekişmelere ve menajer kurnazlıklarına her geçen gün bir parça daha kurban gidiyor. İşin içine bir de altyapıdaki aidiyet eksikliği girince... Bursaspor mazisi başarılarla dolu bir kulüp olduğunu unutmuş görünüyor. Bir takım oluşturmanın, ona bir hedef vermenin ve bir şehrin, bir armanın ehemmiyetini yeniden hatırlatmanın mahareti de bu noktada ortaya çıkıyor belki... Sahada ortaya konulan strateji bir yana, takımın içindeki dengeler ve iletişim de, takımın kusursuz işlemesinde ne büyük bir rol oynadığını böyle acı tecrübelerle ispat ediyor.

 Bir diğer mesele de, Bursaspor’un en ufak sorunu, borcu, transfer durumu, basında boy boy afişe ediliyor, konuşuluyor. Hiç kimse işin içine girip de; “Bu bizim meselemiz.” Demiyor! Çöküşü başlatan stadyum yapımındaki sessizliğe benzer bir sessizlik gibi geliyor bu hal bana.

Hakemlerin maç içindeki tutumundan, maç saatlerine kadar her şey Bursaspor söz konusu olduğunda düpedüz farklı, tuhaf bir hal alıyor... Kaos, her şeyin yeniden bir düzene girmesine dair atılan bir adım ve aslında bir kılavuzdur, ama bizde düğüm çözülmüyor, sular durulmuyor. Kırılgan ilişkiler, sahaya kırılgan bir futbol anlayışı olarak yansıyor.

Bursaspor’un şampiyonluktan bu yana imza attığı devrim ile dünyaya açılabilme potansiyelini taşıyan marka değeri, yanlış yönetimler, yanlış sesler, yanlış tavırlar yüzünden, tüm kutsallığı ile bir tek cefakar taraftarının kalbinde layık olduğu kıymeti buluyor artık.

Zaman geçiyor. Mağlup olduğumuz her maçın akşamında içimde yeniden o güzel günlere dönme isteği doğuyor. Altıparmak’dan boynumda atkım ve çocuk yüzümle indiğim günler, bir şehirde coşkuyla akan zaman ve özlediğim mücadele, özenle sakladığım gazete sayfalarında gizli şimdi. Bakın bu karanlık günlerde o gazete manşetlerinden bir tanesi Ertuğrul Sağlam hocanın dilinden ne diyor;

“BU TARİHİ BÜTÜN ŞEHİR YAZDI”

 Yeniden bir tarih yazılacak, inanıyorum. Bütün bir şehir, Heykel’de, coşkuyla yeniden karşılayacağız şampiyonluk turunu... Bursa’nın en büyük markası, taraftarın kıymetlisi Bursaspor armasının altında yeniden bir tarih yazacağız. Yalansız, dolansız ve tertemiz... Şarkıdaki gibi “Bir ihtimal daha var” mı desem? Nasıl söylesem?

Yazılacak bir tarih daha var! İnanıyorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

    En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.