Saygıdeğer okuyucular, uzun bir aradan sonra yine huzurlarınızdayım.
Öyle anlar var ki, kelimeler boğazında düğümlenir insanın. “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil!”
Bu süreçte yazmak benim için gerçekten çok zordu…
Oğuz Atay’ın da dediği gibi: “Cam kırıkları gibidir bazen kelimeler; ağzına dolar insanın… Sussan acıtır, konuşsan kanatır.”
Suskunluklar küsmeye dönüşüyorsa, ya da öyle sanılıyorsa artık konuşmanın vakti gelmiştir…
Yan gelip yatmaktansa toprağı eşelemem gerektiği kanaatine vardım. Fitne ateşine su taşımaya devam edeceğim! Donkişot gibi yel değirmenleriyle savaşacağım!
Şehrin ve ülkenin problemleri yerli yerinde duruyor. Tehlike yerli yerinde. Hiçbir şey ortaya çıkma gerekçemizden daha iyi durumda değil. Problemler artarak devam ediyor, her şey yerli yerinde duruyor.
Yolsuzluğu, yoksulluğu ve yasakları ortadan kaldırma vaadiyle işbaşına gelen iktidar, tabiri caiz ise kendilerinden öncekilerin yedi ceddine rahmet okutacak kadar yolsuzluğu, yoksulluğu ve yasakları artırdılar.
Ülkenin gerçek gündemi olan hayat pahalılığı, derin yoksulluk, hukuksuzluk, liyakatsizlik konuşulmuyor, tartışılmıyor. Konuşulması dahi istenmiyor. Gerçek gündem, sürekli yapay gündemlerle perdeleniyor. Toplumun dikkati o yöne çekiliyor, onunla meşgul ediliyor…
İşte bundan dolayıdır ki, zaman birbirimizle boğuşma, kavga etme zamanı değil; birbirimizle boğuşmayı, birbirimizle kavgayı geçici olarak da olsa bir kenara bırakma zamanı…
Zaman, enerjimizi birbirimize karşı kullanma zamanı değil birlikte problemleri çözme zamanı. Ülkeyi bu hale getirenlere karşı kullanma zamanı…
Öncelikle ülkenin genel problemlerine, şehrimizin genel problemlerine odaklanma zamanı. Her şey ortadayken sen, ben kavgasını bir kenara bırakma zamanı. Bir yerde yanlışlara maruz kaldığımızı, kaldığımızı sandığımızı, kırgınlıklarımızı, kızgınlıklarımızı bir kenara bırakma zamanı…
Zaman fitne ateşini söndürme zamanı...
Her şeye rağmen nefsimizi ayaklarımızın altına alarak bir araya gelme zamanı…
Yoksa bu şekilde didişmeye devam ettiğimizde ülkeyi bu hale getirenlerin oyununda figüran olmaktan öteye gidemeyiz…
Cami avlusuna terkedilmiş çocuklar gibi ortada bırakıldık... Gidecek bir yerimiz yok… Birilerinin elimizden tutmasını beklemek yerine bizler birbirimizin ellerinden tutmalıyız... Her şeye rağmen bir araya gelmeli, birbirimize kenetlenmek zorundayız…
Başka çare yok!