Sevgili Bursa’dan Haber Var okurları bu sayıda sizinle buluşmaktan dolayı çok mutluyum. Umarım bir nebze olsun kalbinizdeki bir yerlere dokunabilirim.
Farkındaysanız günümüzde artık hepimizin sürekli yoğun işleri olduğu için hiçbir şeye vakit ayıramıyoruz. Vakitsizlik denen bir hastalık var…
Artık makineleşmiş bir devirde yaşıyoruz yemek yiyoruz hepsini bulaşık makinasına koyuyoruz çamaşırlar makineye evde robotlar çalışıyor yerler temizleniyor elimizde cep telefonları bütün dünyaya hâkimiz gibi geliyor.
Ancak yine de hep bir bahanemiz var…
Gerek eşimize, gerek ailemize, gerek çocuklarımıza hatta kendimize bile vakit ayıramaz olduk. Özellikle de günümüzün büyük çoğunluğunu sosyal medya alıyor diye düşünüyorum. Yani akıllı telefonlar evimize girdiği andan itibaren artık yavaş, yavaş gerçek hayattan soyutlanıp biraz daha sanki sanal âleme doğru aktığımızı ve sanki orada yaşamaya başladığımızı düşünüyorum. Yani belki kendi hayatımızda bulamadığımız birçok şeyi orada görüyoruz takip ediyoruz, belki kendimizi oraya ait hissetmek istiyoruz ve yaşadığımız bir takım olumsuzlukları bu şekilde kamufle etmeye çalışıyoruz diye düşünüyorum.
Düşünsenize akşam eve geldiğimiz zaman karşımızdaki insanla mesela eşimizle ya da annemizle, babamızla kaç kelime konuşuyoruz?
Sadece birkaç kelime dışında herhangi bir konuşmamız olmuyor yavaş yavaş etrafımızdaki insanlardan, sevdiğimiz insanlardan sanki bu şekilde uzaklaşıyoruz. Artık her şey sanal âlemde bir an önce hemen elimize telefonu alıp, sanal âlemdeki bazı olayları takip ederken bir yandan da hayatı kaçırıyoruz. Hayat dediğin su gibi akıp geçen bir zaman dilimi. Bir gün bir bakıyoruz ki yıllar geride kalmış ve biz hep aynı yerde saymışız. Sadece sosyal medya üzerinden başkalarının hayatlarına bakarak vakit geçirmişiz. Kendimiz için bir şey yapmamışız bu arada çocuklarımız büyümüş onlarla hiçbir paylaşım içine girmemişiz. Artık akrabalarımızla sadece bayramlarda ve cenaze merasimlerinde görüşmeye başladığımızın farkında mısınız?
Globalleşen dünyada bizim küçük dünyamızda globalleşti. Mesela yarından itibaren hayatımızda biraz değişiklik yapsak, sevdiğimiz insanlara biraz daha vakit ayırsak ne dertleri olduğunu dinlesek annemizin dizinin önüne oturup ellerini tutup gözlerine bakıp onun dertlerini, sıkıntılarını, hastalıkla ilgili sızlanmalarını dinlesek ve çözüm bulmaya çalışsak, eşimizin karşısına geçip otursak gelecekle ilgili hayallerini, planlarını dinlesek!
Belki gün içinde yaşamış olduğu arkadaşıyla arasında geçen bir takım lüzumsuz konuları bile büyük bir ilgi ile dinlesek. Çünkü bizim için çok komik ya da lüzumsuz olan şeyler belki onun İçin çok değerli ve önemli olabilir. İş yerinde yaşamış olduğu ufak tefek sorunlarını kafasında çok büyütmüş olsa da ona hak vererek dinlemiş olsak. Mesela çocuğumuzun elindeki telefonu ya da tableti bir kenara koyup onunla oyun oynamak istediğimizi söylesek. Çevremizdeki insanları biraz şaşırtsak evde sürekli televizyon karşısında gereksiz ve lüzumsuz programları seyretmek yerine akşam onlarla birlikte dışarıya çıkıp bir yerde oturup çay içsek, top oynasak, gülsek, konuşsak, eğlensek, nefes alsak telefonlarımızı bir kenara bırakıp karşılıklı sohbet etsek. Böyle anlatınca çok güzel geliyor ama uygulamaya gelince en fazla 10 dakika sonra herkes elini telefonuna doğru götürüyor. Sanki kimsenin kimseye tahammülü kalmadı yani açıkçası kimseyi dinlemek, duymak istemiyor kafamızdaki düşüncelerle sabit bir şekilde yaşamaya çalışıyoruz. Yani karşımızdaki insanın ne istediği değil de bizim ne düşündüğümüz önemli olmaya başladı. Buda biraz bencilleşmeye başladığınızı gösteriyor. Düşünsenize zaten bize yapılmak istenen bu değil miydi? Aile kavramını bitirmek hatta evinde oturduğun yerde yemek sipariş vermek, marketten siparişlerini vermek yani tamamen asosyal insanlar yetiştirmek. Farkındaysanız artık bütün zincir marketler bile kapınıza kadar servis yapıyor. Artık alışveriş yapmak için bile markete gitmeye gerek kalmadı. Her şey ayağımıza geliyor. Artık alışveriş özgürlüğümüz bile yok. Yani diyoruz ki teknoloji çağındayız. Evet, çok güzel bir kelime teknoloji çağındayız ve teknoloji bizi ele geçirmiş durumda. Pazarlara gidip domateslere bakmak, seçmek, fiyatları incelemek yerine oturup elimize telefonu alıp “Hangi markette şu ne kadar” diye bakarak sipariş verip ayağımıza gelmesi bize daha cazip geliyor.
Oysa bizim hem hareketlerimizi kısıtlıyor, hem sosyalleşmemizi engelliyor hem de sanki seçme hakkımızı kısıtlıyor gibi. Oysa biz eskiden pazarlara giderdik tezgâhlara bakardık mutlaka bizi tanıyan pazarcılarımız olurdu. Oradan gelirken mahalle bakkalına uğrardık ayaküstü biraz sohbet biraz da mahallenin dedikodularını da aldıktan sonra ihtiyaçlarımızı görüp evimize gelirdik. En azından hem hareket etmiş olurduk hem çevresel anlamda insanlarla bir sosyalleşme içine girerdik. Şu anda tamamen evlerimize kapanmış durumdayız. Zaten yaşamış olduğumuz pandemi süreci de bizi eve kapatmayı sanki bize öğretti gibi geliyor.
Sosyalleşmekten uzaklaştıkça paylaşmaktan da uzaklaşıyorsun. Özellikle de şu anda hiç kimsenin kimseyi düşünmediği bir devire doğru ilerledik yani “Benim karnım tok olsun, benim keyfim yerinde olsun, benim kazancım yerinde olsun kime ne olursa olsun” mantığını güderek hayatımıza devam ediyoruz. Tabii ki bu ilk önce toplum içinde yayılırken daha sonra yavaş yavaş aile içine anne, baba, çocuk arasına da yansımaya başladı. Artık çocuklar babalarını, annelerini düşünmez oldu. Anne, babalar da çocuklarıyla ilgili umursamaz bir hava içinde. Herkes başının çaresine baksın havasında. Oysa bizim toplumumuz aile kültürü olan ata erkil bir toplumdu ama maalesef şu anda artık herkes kendi gemisini yürütmeye çalışıyor. Kimsenin kimseyle alakası kalmadı. Bence oturup iyi düşünülmesi gereken bir konu. Çocuklarımıza miras olarak sadece para, mal bırakmayı düşünüyoruz. Oysa bizim çok zengin bir kültürümüz var. Aile kavramı çok önemli yani bu Avrupa’da birçok ülkede yok sadece birkaç tane ülkede kalmış durumda. Bunların en başında biz geliyoruz. Mesela bayramlar bizde çok önemlidir.
Özellikle Ramazan bayramı olsun, kurban bayramı olsun büyüklerin aranıp sorulduğu ve evde oturup küçükleri beklediği zamanlardır. Oysa çevreme bakıyorum pek çok genç evli çift aile büyüklerini ziyaret etmek, bayramları onlarla birlikte geçirmek yerine tatile koşmayı daha eğlenceli buluyor. Evet, çalışıyor ve dinlenmek istiyor hak veriyorum. Ancak özellikle de küçükler’ den çok fazla beklentisi olmayan büyüklerin ve yaşlılarımızın en azından bayramlarda ellerinden öpülmesi ve onlarla birlikte geçirilmesi bence haklarıdır diye düşünüyorum. Hayat su gibi akıp gidiyor bir de bakıyorsunuz ki o büyüklerin yerine siz geçmişsiniz ve evde oturup camdan, kapıdan birilerinin gelmesini bekliyorsunuz bir de bu cepheden bakalım.
Bir çocuğu büyütürken sadece yedirmek, içirmek, iyi okullara gönderip eğitim aldırmak, marka kıyafetler giydirmek anne ve babalık olarak tanımlanıyor. Ancak bunun yanı sıra ilgi, sevgi, şevkat aile değerleri bizim toplum değerlerimiz kültürümüz maalesef hiçbir şey çocuklara verilmiyor. Sadece parayla elde edilen şeyleri vererek anne baba olduğumuzu zannediyoruz. Eğer ki bu zihniyetten bir an önce vazgeçmezsek on sene sonra aile kavramı zaten kalmayacak ve büyüttüğümüz çocuklardan hiçbir şey bekleme hakkımız da kalmayacak. Bir an önce şapkayı önümüze koyup düşünme zamanı. Bence hayatı toparlamak ve kaçırdığımız bir takım şeyleri yakalamak için çok geç kalmış sayılmayız ama dediğim gibi on sene sonra çok geç kalmış olacağız. Bir an önce zararın neresinden dönersek kardır diyelim ve silkelenip kendimize gelelim. Aile hayatımıza, evlatlarımıza, aile düzenimize, örf, adet ve ananelerimize sahip çıkalım. İnanın eviniz şenlenecek, bereketlenecek ve sevgi dolacak.
İlk yazımda beni gerçekten çok düşündüren ve üzen bu konulara değinmek istedim. Bundan sonraki yazılarımda biraz daha psikolojik içerikli konularla sizlerle birlikte olmak dileği ile görüşene kadar hoşça kalın.