Yılbaşına birkaç gün kaldı. Sokaklar süslendi, ekranlar ısındı, “eğlence” kelimesi yine her şeyin üstünü örtmeye başladı. Oysa bu mesele ne sadece bir gece, ne de basit bir kutlama. Bu, bir ölçü ve seviye meselesi.
Yılbaşı eğlenceleri yıllardır aynı çizgide ilerliyor: içkiyle aklın gevşediği, sınırların silindiği, mahremiyetin sıradanlaştığı bir tablo. Buna bakınca insan ister istemez şunu soruyor: Biz buna gerçekten eğlence mi diyoruz?
Burada kullanılan bazı kavramlar eskidir ama anlattıkları çok günceldir. Mesela “terbiye” derlerdi eskiler. Bugün adına kültür diyoruz. “Hikmet” derlerdi; bugün sağduyu diyoruz. “İtidal” derlerdi; şimdi denge diyoruz. Mesele hâlâ aynı.
İlginçtir, bu tür taşkınlıklara kendi geleneğine bağlı Hıristiyanlar bile mesafeli durur. Onlar bunu bir kültür kaybı olarak görür. Biz ise sorgulamadan, düşünmeden, “herkes yapıyor” diyerek sürükleniyoruz.
Yılbaşı gecesi illa özel bir şey yapılacaksa, bunun da bir yolu yordamı var. Sessiz bir akşam, sade bir sofra, dostça bir sohbet… Bunlar kimseyi küçültmez. Aksine insanı toparlar.
Asıl tehlike, ekranlardan akan savrulmadır. Televizyonlar ve sosyal medya bu geceleri abartarak sunar. Ölçüsüzlük normalleşir, taşkınlık alkışlanır. Sonra da toplum neden yoruldu diye şaşırırız.
Eskiler buna “nefsin azması” derdi. Bugün adına kontrolsüzlük diyoruz. Adı değişse de sonuç değişmiyor. İnsan kendini kaybedince, eğlence keyif olmaktan çıkıyor.
Bu yüzden yılbaşına girerken biraz durmakta fayda var. Daha çok gürültü değil, biraz sükûnet. Daha çok tüketim değil, biraz kanaat. Daha çok savrulma değil, biraz yön duygusu.
Yeni bir yıla giriyoruz.
Keşke bu kez sadece takvim değil, tutumlarımız da değişse.
Bazen en modern davranış,
en eski erdemi hatırlamaktır.










Yorumlar