İletişimin Tuzu Kaçarsa: Bir karı kocanın,
bir öğretmenin ve bir çocuğun sessiz çığlığı
Bazen bir “Tuz” kelimesi bir evin bütün sessizliğini anlatır. Sizi karşı mahalledekiler(!) duyar, en yakınınızdaki duymaz…
Evdeki sessizlik: Huzurun Değil
Vazgeçmenin Sesi
Aile içi iletişim çoğu zaman basit bir kelimeyle
başlar: “Tuz.”
Evet, yanlış duymadınız. Mutfakta ya da balkonda, bir yemek tarifinin masum
kahramanı olan tuz, aslında ev içi diyalogların ne kadar “tuzlu” ya da “tatsız”
olabileceğini anlatan bir metafordur.
Adam “Tuz getir!” der, kadın duymaz. Adam
tekrar eder, kadın anlamaz.
Ses yükseldikçe anlam alçalır. Sonunda sessizlik başlar.
Ama bu sessizlik huzurun değil, vazgeçmenin sesidir.
Duyulmak
mı, Dinlemek mi?
Geçenlerde
sosyal medyada izlediğim amatörce çekilen bir video, basit cümlelerle derin
anlam taşıyan bir konuyu ele alıyordu.
Mizahi açıdan tablo trajikomiktir: Adamın sesi
karşı mahallede duyulur ama aynı evdeki eşi duyamaz!
Bu sahne bize gösterir ki sorun, fiziksel
uzaklıkta değil, duygusal uzaklıktadır.
Belki de mesele “işitmekte” değil, dinlemekte saklıdır.
Kadın artık o sesi duymamayı öğrenmiştir;
Adam ise yıllardır anlatamadığı duygularını belki de o tek “tuz”
kelimesine sığdırmaya çalışıyordur.
Herkes bağırır ama kimse kimseyi gerçekten duymaz.
Genç
Adam ve Tuz: Ayna mı, Uyarı mı?
Genç adam, elinde tuzla kapıya geldiğinde sahne,
trajikomik bir doruğa ulaşıyor. Kapıyı açan kadına, “Yenge ben karşı
mahallede oturuyorum, kocanız ‘tuz’ istedim. ” diyor. Bu sadece bir iyilik
değil; aynı zamanda çiftin hayatına dışarıdan tutulan bir ayna gibidir.
Belki de o genç, kaybedilen anlayışın,
duyguların ve empatinin sembolüdür. Bu hikâye, yalnızca bir çiftin hikayesi
değildir. Bugün birçok evde, okulda, sınıfta, iş yerlerinde benzer “Sessiz
çığlıklar!” yankılanıyor.
Anne “Odanı topla” dediğinde çocuk bunu
emir gibi algılıyor.
Öğretmen “Neden dikkat etmiyorsun?” diye sorduğunda öğrenci “Yetersizim”
diye düşünüyor. İş yerinde bir yönetici, “Bu evrakı-sunumu yeniden hazırla”
dediğinde, çalışan bunu “Beğenilmedim, beni istemiyor!” diye
algılayabilir.
Oysa anne-babanın da öğretmenin de, yöneticinin de niyeti Sorumluluk kazandırmak, daha iyi bir sonuç almak ’tır.
Kelimeler aynı olsa da niyetler ve algılar farklı.
İşte tam bu noktada empati, iletişimin en değerli tuzu-biberi olur.
Toplumda da aynı tablo yaşanır. Komşular arasındaki bir park tartışması yıllarca süren bir küskünlüğe dönüşür. Çünkü insanlar artık birbirini anlamak için değil, yanıt vermek için dinliyor.
Goethe’nin
Aynasından Aile, Okul ve İş İletişimi
Goethe der ki:
“Bir insanın gördüğü gibi davranırsanız, bu onu
daha da kötü yapar.
Ama bir insana olabileceği potansiyele göre davranırsanız, onu olması gerektiği
şekle sokarsınız.”
Bu söz, ebeveynler, öğretmenler ve yöneticiler
için yol göstericidir.
Bir anne ya da baba çocuğunu anlamak yerine
bağırarak “Doğruyu öğretmeye!” çalışırsa, sonuç çoğu zaman hüsrandır.
Bir öğretmen, öğrencisine yalnızca “Disiplin!”
gözüyle baktığında, çocuğun içindeki merakı söndürür.
Çünkü bağırmak öğretmez; korkutur.
İletişimde ses yükseldiğinde, anlam kaybolur!
Ailede ve okulda eğitimdeki en etkili yöntem,
çocuğun hazır oluş düzeyine inmek, empatiyle dinlemek ve
beklentileri açıkça ifade etmektir. Net ama sakin bir tutum, bağırmaktan çok
daha güçlü bir etki yaratır.
Aksi halde çocuk zamanla ya edilgen ya da asi
bir kalıba girer.
Ve bu da hem evde hem okulda iletişimi temelden sarsar.
Cevaplanması
gereken Asıl Soru:
“Gelecekte ülkesine yön verecek bir bilim
insanının, sanatçının, liderin anne babası ya da öğretmeni olduğunuzu
bilseydiniz, çocuğa karşı davranışınız nasıl olurdu?”
Bu soru, her birimizi durup düşünmeye davet eder.
Çünkü aslında her çocuk, doğru ortam bulduğunda
bir ışık olabilir.
Belki de sessiz duran o çocuk, içinde koca bir cevher taşımaktadır. “Bir
meşe palamudu, içinde bir ormanı barındırır!” Kaya yerine, toprağa
düştüğünde, filizlenir. Ve bu potansiyel, ancak duyulduğunda, anlaşıldığında
yeşerir.
Evden Okula, Okuldan Topluma: Zincirleme anlam
kaybı
İletişim sadece evde değil, okulda ve toplumda da
aynı zinciri takip eder.
Anne-baba, “Ne bu dağınıklık? Çabuk odanı
topla.” der, çocuk sevilmiyorum sanır. Bir öğretmen “Biraz daha dikkatli
ol” der, öğrenci “yetersizim” sanır.
Bir arkadaş “yoğunum” dediğinde diğeri “Artık beni önemsemiyor.”
diye düşünür. Bir yönetici, “Bu evrakı-sunumu yeniden hazırla.” der, çalışan
bunu “beğenilmiyorum, istenmiyorum” diye algılar.
Çünkü insanlar artık birbirini anlamak için değil, yanıt vermek için dinliyor.
Asıl İhtiyaç: Duyulmak Anlaşılmak, Anlaşıldığını
Hissettirmek
Sonuç olarak ister evde ister okulda ister işte
olsun; iletişimin özü değişmez:
Anlamak ve anlaşılmak.
Ailede, sınıfta ya da toplumda en büyük ihtiyaç
ne tuz ne de biber…
Asıl ihtiyaç, duyulmak, değer görmek ve değer gördüğünü hissetmek.
Sesinizi duyurmak için bağırmanız gerekmez. Çünkü
önemli olan karşınızdakinin kulakları değil, kalbidir.
İlişkilerde iletişim, kelimelerin ötesinde bir
sanattır. Ve bu sanatın tuzu-biberi; sevgi, saygı ve empatidir.
Yorumlar