DOLAR 39,9043 EURO 46,8742 STERLİN 54,7448 GRAM ALTIN 4.223,95 BIST 100 9.404,89 BITCOIN $107.509
Facebook TwitterX Instagram YouTube

Arama Haber Code Logo
Reklam Alanı 101
Reklam Alanı 101
Reklam Alanı 101
Reklam Alanı 101
Reklam Alanı 101
Reklam Alanı 101

HABERLER

İletişimin Tadı, Tuzu!

Giriş: 19.10.2025 13:29 | Güncelleme: 19.10.2025 13:47
Paylaş
İletişimin Tadı, Tuzu!

İletişimin Tuzu Kaçarsa: Bir karı kocanın, bir öğretmenin ve bir çocuğun sessiz çığlığı

Bazen bir “Tuz” kelimesi bir evin bütün sessizliğini anlatır. Sizi karşı mahalledekiler(!) duyar, en yakınınızdaki duymaz…

Evdeki sessizlik: Huzurun Değil Vazgeçmenin Sesi

Aile içi iletişim çoğu zaman basit bir kelimeyle başlar: “Tuz.”
Evet, yanlış duymadınız. Mutfakta ya da balkonda, bir yemek tarifinin masum kahramanı olan tuz, aslında ev içi diyalogların ne kadar “tuzlu” ya da “tatsız” olabileceğini anlatan bir metafordur.

Adam “Tuz getir!” der, kadın duymaz. Adam tekrar eder, kadın anlamaz.
Ses yükseldikçe anlam alçalır. Sonunda sessizlik başlar.
Ama bu sessizlik huzurun değil, vazgeçmenin sesidir.

Duyulmak mı, Dinlemek mi?

Geçenlerde sosyal medyada izlediğim amatörce çekilen bir video, basit cümlelerle derin anlam taşıyan bir konuyu ele alıyordu.

Mizahi açıdan tablo trajikomiktir: Adamın sesi karşı mahallede duyulur ama aynı evdeki eşi duyamaz!

Bu sahne bize gösterir ki sorun, fiziksel uzaklıkta değil, duygusal uzaklıktadır.
Belki de mesele “işitmekte” değil, dinlemekte saklıdır.

Kadın artık o sesi duymamayı öğrenmiştir;
Adam ise yıllardır anlatamadığı duygularını belki de o tek “tuz” kelimesine sığdırmaya çalışıyordur.
Herkes bağırır ama kimse kimseyi gerçekten duymaz.

Genç Adam ve Tuz: Ayna mı, Uyarı mı?

Genç adam, elinde tuzla kapıya geldiğinde sahne, trajikomik bir doruğa ulaşıyor. Kapıyı açan kadına, “Yenge ben karşı mahallede oturuyorum, kocanız ‘tuz’ istedim. ” diyor. Bu sadece bir iyilik değil; aynı zamanda çiftin hayatına dışarıdan tutulan bir ayna gibidir.

Belki de o genç, kaybedilen anlayışın, duyguların ve empatinin sembolüdür. Bu hikâye, yalnızca bir çiftin hikayesi değildir. Bugün birçok evde, okulda, sınıfta, iş yerlerinde benzer “Sessiz çığlıklar!” yankılanıyor.

Anne “Odanı topla” dediğinde çocuk bunu emir gibi algılıyor.
Öğretmen “Neden dikkat etmiyorsun?” diye sorduğunda öğrenci “Yetersizim” diye düşünüyor. İş yerinde bir yönetici, “Bu evrakı-sunumu yeniden hazırla” dediğinde, çalışan bunu “Beğenilmedim, beni istemiyor!” diye algılayabilir.

Oysa anne-babanın da öğretmenin de, yöneticinin de niyeti Sorumluluk kazandırmak, daha iyi bir sonuç almak ’tır.

Kelimeler aynı olsa da niyetler ve algılar farklı.
İşte tam bu noktada empati, iletişimin en değerli tuzu-biberi olur.

Toplumda da aynı tablo yaşanır. Komşular arasındaki bir park tartışması yıllarca süren bir küskünlüğe dönüşür. Çünkü insanlar artık birbirini anlamak için değil, yanıt vermek için dinliyor.

Goethe’nin Aynasından Aile, Okul ve İş İletişimi

Goethe der ki:

“Bir insanın gördüğü gibi davranırsanız, bu onu daha da kötü yapar.
Ama bir insana olabileceği potansiyele göre davranırsanız, onu olması gerektiği şekle sokarsınız.”

Bu söz, ebeveynler, öğretmenler ve yöneticiler için yol göstericidir.

Bir anne ya da baba çocuğunu anlamak yerine bağırarak “Doğruyu öğretmeye!” çalışırsa, sonuç çoğu zaman hüsrandır.

Bir öğretmen, öğrencisine yalnızca “Disiplin!” gözüyle baktığında, çocuğun içindeki merakı söndürür.

Çünkü bağırmak öğretmez; korkutur.
İletişimde ses yükseldiğinde, anlam kaybolur!

Ailede ve okulda eğitimdeki en etkili yöntem, çocuğun hazır oluş düzeyine inmek, empatiyle dinlemek ve beklentileri açıkça ifade etmektir. Net ama sakin bir tutum, bağırmaktan çok daha güçlü bir etki yaratır.

Aksi halde çocuk zamanla ya edilgen ya da asi bir kalıba girer.
Ve bu da hem evde hem okulda iletişimi temelden sarsar.

Cevaplanması gereken Asıl Soru:

“Gelecekte ülkesine yön verecek bir bilim insanının, sanatçının, liderin anne babası ya da öğretmeni olduğunuzu bilseydiniz, çocuğa karşı davranışınız nasıl olurdu?”

Bu soru, her birimizi durup düşünmeye davet eder.

Çünkü aslında her çocuk, doğru ortam bulduğunda bir ışık olabilir.
Belki de sessiz duran o çocuk, içinde koca bir cevher taşımaktadır. “Bir meşe palamudu, içinde bir ormanı barındırır!” Kaya yerine, toprağa düştüğünde, filizlenir. Ve bu potansiyel, ancak duyulduğunda, anlaşıldığında yeşerir.

Evden Okula, Okuldan Topluma: Zincirleme anlam kaybı

İletişim sadece evde değil, okulda ve toplumda da aynı zinciri takip eder.

Anne-baba, “Ne bu dağınıklık? Çabuk odanı topla.” der, çocuk sevilmiyorum sanır. Bir öğretmen “Biraz daha dikkatli ol” der, öğrenci “yetersizim” sanır.
Bir arkadaş “yoğunum” dediğinde diğeri “Artık beni önemsemiyor.” diye düşünür. Bir yönetici, “Bu evrakı-sunumu yeniden hazırla.” der, çalışan bunu “beğenilmiyorum, istenmiyorum” diye algılar.

Çünkü insanlar artık birbirini anlamak için değil, yanıt vermek için dinliyor.

Asıl İhtiyaç: Duyulmak Anlaşılmak, Anlaşıldığını Hissettirmek

Sonuç olarak ister evde ister okulda ister işte olsun; iletişimin özü değişmez:
Anlamak ve anlaşılmak.

Ailede, sınıfta ya da toplumda en büyük ihtiyaç ne tuz ne de biber…
Asıl ihtiyaç, duyulmak, değer görmek ve değer gördüğünü hissetmek.

Sesinizi duyurmak için bağırmanız gerekmez. Çünkü önemli olan karşınızdakinin kulakları değil, kalbidir.

İlişkilerde iletişim, kelimelerin ötesinde bir sanattır. Ve bu sanatın tuzu-biberi; sevgi, saygı ve empatidir.

Yorumlar

×

Haber Arama