SON DAKİKA
Hava Durumu

Yüzyıllık Yalnızlık

Yazının Giriş Tarihi: 19.05.2024 17:32
Yazının Güncellenme Tarihi: 19.05.2024 17:32

Bazı anlar vardır insana hiç sebep yokken geçmişini hatırlatır. Bir koku duyarsınız, gençliğinizin bir parçası zihninizde oynamaya başlar. Bir mekan görürsünüz, an geçmişle karışır bazen meşakkatli, bazen de keyifli bir sanrılar dünyasına girersiniz. Geçtiğimiz gün tam da öyle bir şey oldu. Haberlerde Gabriel Garcia Marquez’in ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ kitabının dizisinin çekileceğini öğrendim. Tam o an beni gençliğime Marquez’le ilk kez tanıştığım günlere götürdü. Dershane çıkışı sırtımı yaslayacak bir duvar bulup yaktığım ilk sigaralardan bilmem kaçıncısını yakıp Marquez’i okumaya başladığım günlere götürdü. O zamanlar gençlik hevesleri ve belki de biraz küstahlık sayesinde Marquez ve Yüzyıllık Yalnızlık hakkında bir yazı yazmıştım. Açıp bir daha okudum. Sonrasında da yazmak üzerine düşündüm ama belki bu başka bir yazının konusu olur. Şimdi sizinle bir pazar hediyesi olarak gençlik sanrılarımı paylaşmak isterim. İşte o yazı;

Garip bir kitap bu. Daha önce iki kere okuyup bitirememiştim. İsimler o kadar çok ki; başta, Marquez’in derdini anlayana dek çok sıkmıştı. Geçenlerde inat ettim bitireceğim diye. Bitti. Ama bitirdikten sonra etkisi o denli fazlaydı ki hala sıklıkla istemsiz kitabı düşünüyorum. Orhan Pamuk’un Yeni Hayat’ta bahsettiği ‘Bir kitap okudum, hayatım değişti.’ diye onurlandırdığı kitap bu olmalı.

Şimdi öncelikle bu kitabın neden bu denli etkileyici ve neden bu denli düşündürücü olduğunu iyi analiz etmek gerekir diye düşünüyorum. Bu yazım, nacizane Marquez usta’ya bir saygı duruşu olacak. Bu yükün ağırlığıyla başlıyorum. Ve uyarmam gerekir ki yazımın bundan sonrası kitabın olay örgüsünden bir çok şeyi anlatabilir o yüzden henüz okumamış arkadaşlara tavsiyem buna dikkat ederek bu yazımı okumalarıdır. Zira bu kitaptan alacağınız o muhteşem lezzeti bozmak istemem…

Vira bismallah;

Edebiyatın, yazıdan çıkıp hayata girdiği yerler vardır. Fyodor dostoyevski, Tolstoy, Kafka ve niceleri bu sayede efsaneleşmiş ve belki de tanrılaşmıştır. Onların kurdukları dünya, onların sahnelediği oyun öylesine gerçekçi, öylesine etkileyici ve hepsinden daha önemlisi öncekilerden o denli farklıdır ki onlar her gün biraz daha büyürler. Gabriel Garcia Marquez kesinlikle bu kitapta üstte saydığım isimlerin yanına geçmiştir. Diyebilirsiniz ki tek kitapta olur mu o, baksana ulan yazdıklarına. Hayır, bu bir kitap değil, bu biziz.

Marquez, Latin Amerika’nın Dostoyevski’si yıllardır yarattığı büyülü gerçekçilik dünyasında bize masallar anlatır. Ki zaten yaratılarının büyülü gerçek sıfatıyla anlamlandırılması da bize gerçeği masal kılmasındandır. Bu roman belki de bu uğraşın en büyük ürünü. Evet çok fazla isim var, hatta o kadar çok isim var ki usta kafamızın karışıp o kadar ismi unutacağımızı tahmin ettiği için başlangıca koskoca bir soy ağacı yerleştirmiş. Bu yüzden ilk başta odaklanıp içine girebilmek zorlayabiliyor. Ancak bu duygu aşıldığında karşımıza hayat çıkıyor. Aslında hepimizin. Senin, benim, az önce görüştüğün arkadaşının hayatı. Hikaye bir ailenin, bir kasabanın, bir dünyanın doğuşunu ve ölüşünü anlatıyor. İnsanlar doğuyorlar, ölüyorlar. Onların yerine çocukları geçiyor, onların yerine de onların çocukları. Sürüp gidiyor. Tanıdık gibi değil mi ? Kesinlikle.

Yazımın bundan sonrası kitabın olay örgüsüne dair epey bir bilgi içermektedir. Kitabı okumayanlara bu yazının sonrasını okumalarını da tavsiye etmiyorum. Uyarımı yapayım, tercih sizin.

‘Kadere inanır mısınız ? Ben inanmam. Kader ölümdür ötesi değil. Ama hepimiz yaşarken annemizin, babamızın hikayesini yaşarız. Onlar gibi olur, onların tanıdıklarını tanır, onların sevdiği gibi sever, onlar gibi sevişir, büyük olasılıkla babanın yaptığı gibi ilk cinsel tecrübemizi bir fahişenin ter kokan koynunda yaşarız.’ Kitabın tamamı budur. Buendia ailesi hep aynı ikilemleri yaşar, hep aynı olaylar tekrarlanır. Aureliano’lar hep sakin ve gaddar, Jose arcadio’lar da hep kuvvetli ama güçsüzdürler. Okurken bunlar tekrarlanır durur. Ama öyle bir dinlersiniz ki savaşlar, isyanlar, sendikacılar, büyücüler, çingeneler hepsi yıllarla beraber değişip tekrarlanırlar.

Aslında bakınca sıkıcı geliyor değil mi? Hikaye hep aynı, isimler hep aynı. Ama heyhat! Marquez usta öyle bir anlatıyor ki size bunları, hiç birini farkedemiyorsunuz ve bunu farkedince ağzınız neredeyse açık kalıyor. Eğer edebiyatla biraz ilgili, okumaktan biraz keyif alan biriyseniz. Yapılmış olan sizi sarsıyor ve Marquez usta’ya hayran kalmaktan başka bir şey yapamıyorsunuz. Hikayenin özeti kısaca; bir kadın, bir adam, birkaç eski dost toplanıp bir köy kuruyorlar. Bu köy yavaş yavaş gelişiyor bu esnada çocukları oluyor, başlarından bir sürü olay geçiyor, kurucular yaşlanıyor, çocuklar büyüyor, onların başlarından bir sürü şey geçiyor, kurucu adam deliriyor ağaca asılıyor, kurucu kadın asla ölmüyor (en sona biraz yaklaşıncaya dek) sonra çocuklar egemen oluyor, bu sırada Maconda adında ki bu köy iyice gelişiyor, aşklar, kadınlar derken en sonunda bu zincirin sonunda soyun sonu geliyor, köy yaşanamayacak bir hal alıyor. Kitabı klasik yapan ise bu süreç içerisinde aynı bizim yaşadığımız gibi hep bir sirkülasyonun olması. Burada ne desem boş olacak ama ölüm eğer hayatınıza bir kez girdiyse, bu kitap daha anlaşılır olacaktır. Çünkü o hayatın aslında ne üzerine kurulu olduğu da daha net ve daha kesin bir şekilde anlaşılır oluyor ve okurken de bu masalın içinde kaybolup gidiyorsunuz.

Son olarak, bu kitabı okuduğunuz vakit artık siz de bir Macondolu oluyorsunuz. Hayatınızın bir bölümü orada geçmiş, orada yaşamış, orada sevişmiş, orada savaşmış ve orada ölmüş oluyorsunuz. Güney Amerika’yı, insanını, nemli sıcağını, yazını, kışını, rüşvet seven düzenini, neşesini ve kahrını bilmiş oluyorsunuz.

Marquez usta; iyi ki varsın, iyi ki yazdın.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

    En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.