1954’ün soğuk bir kış günü İstanbul’un fakir semtlerinden birinde doğum. İlkokul ve o zamanlar başlayan futbol sevgisi. Lisenin başlamasıyla Milli Türk Talebe Birliği’yle birlikte aktif siyasetin içerisine girme ve baba zoruyla erkenden emekli olunan bir futbol kariyeri. Milli Selamet Partisi Gençlik Kolları, Beyoğlu İlçe Başkanlığı. Liseden sonra ona kalan yalnız siyaset ve 24 yaşında yapılan bir evlilik. Refah Partisi İstanbul İl Başkanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı. Okunan şiirler, girilen hapisler, kapanan partiler. Yıldızı parlayan genç bir siyasi cevher. Sonrasında çıkarılan gömlekler ve kurulan Ak Parti, tek başına iktidar, genç ve heyecan verici bir lider. Üst üste kazanılan seçimler, sonsuz zaferler. E-Muhtıra’lar, Gezi Eylemleri, darbeler, yıkıcı depremler ve yakıcı, bitmez bir ekonomik kriz. Uzun bir siyasi ömür ve en sonunda ilk kez yenilmiş ve yaşlanmış bir Erdoğan.
Seçimlerin üzerinden neredeyse üç hafta geçti. Siyasi kariyerinin başından bu yana ilk kez yenilmiş Erdoğan’ın buna nasıl tepki vereceğini oturup sessizce bekledim. Ona bütün bu ihtişamlı mevki ve sıfatları sonsuzmuşçasına emanet eden halkın bu mesajını nasıl karşılayacak ve yine kazanan olabilmek için bir yol bulabilecek miydi?
Bugüne dek Erdoğan hep muktedir oldu. Halk nezdinde karşılık bulan siyasi figürü ona sonsuz bir güç armağan etti. Gençliği, enerjisi, öncekilerden farklı söylemleriyle uzun yıllar Türk siyasetine ve rakiplerine hükmetmeyi, karşılaştığı her zorluğu da kendi lehine çevirebilmeyi başarabildi. Halkın bu hürmeti onu daha da güçlendirdi. Güç tehlikeli bir zehirdir, herkesi yalnızlaştırır. Her çok güçlü gibi o da bir süre sonra yalnızlaştı. Kendi dostlarından, yol yürüdüğü arkadaşlarından uzaklaşmak zorunda kaldı. Yanındaki bütün güçlüler onun gücü karşısında ezilmişti. Yeri geldi dostları rakibi oldu, yeri geldi düşmanı. Elindeki güç onu yalnız kalmaya mecbur bıraktı. Kimisi mecburi kimisi de hatalı bu ayrılıkların ardından etrafında sadece onun gücünü kendi gücüne çevirmek isteyen bir grup kaldı. O grup da yavaş yavaş Erdoğan’ın gücünü zayıflatmaya başladı.
Bugüne dek Erdoğan’ın her krizde reaktif çözümlerle halkı ikna edişine tanık olduk. İlk defa kaybedişinin ardından geçen üç haftalık süre ise bize sadece sessizlik ve birkaç küçük biz daha buradayız mesajı verdi. Peki Erdoğan nasıl oldu da bildiğimiz Erdoğan’ın aksine böylesi sessiz ve etkisiz bi görüntü verebildi? Kuşkusuz bunun en büyük sebebi masadaki problemlerin artık halının altına sığamayacak dek büyük olması. Bu süreç gösterdi ki Erdoğan da bizim kadar kaygılı ve süreci nasıl yönlendirmesi konusunda çok da emin görünmüyor.
Peki nasıl oldu da mızrak artık çuvala sığmadı? Bana soracak olursanız bu sürece gelirken Erdoğan’ın elini kolunu açılmamacasına bağlayan üç büyük hata yapıldı. Birinci ve en yakıcı olanı dört, beş yıldır ısrarla uygulanan öncülüğünü damadı Albayrak’ın yaptığı yanlış ekonomi politikası. İkincisi güçlendikçe halktan kopan parti tabanı ve yönetimi. Üçüncüsü ise biraz da ondan bağımsız zamanın her şeye galip gelmesi.
Erdoğan tarafından üst üste yapılan yanlış seçimlerin sonucunu halk sandıkta verdi. Şimdi Erdoğan’ın önünde bugüne dek çıktığı en zorlu yol var. Tarih herkesi sonlarıyla yazar. Gençliği geride kalmış, kadroları zayıflamış Erdoğan da kendi siyasi tarihinin sonlarına yaklaşırken gelecekte nasıl hatırlanacağının sınavını verecek.
Öyleyse Erdoğan önündeki iki yoldan birini seçecek. Ya kaybetmemişi oynamaya çalışacak ya da kaybetmemek için bir yol arayacak. Ya Cumhurbaşkanı Erdoğan olarak hiç kaybetmemiş kalacak ya da Ak Parti Genel Başkanı olarak ilk kez kaybettikten sonra kazanmaya çalışacak.
Ülkenin içinde bulunduğu müşkül durumları ve dünyanın paldır küldür gittiği karanlık yönü düşündüğümüz zaman bu sarmalın içinden çıkmak en azından eski düzenle imkansız görünüyor. Bütün bunlardan kurtulmak için gereken çaba ve enerji 70’ini doldurmuş bunca badire atlatmış Erdoğan için mümkün olacak mı? Zor görünüyor. Devir değişti uzun siyasi hayatının başındaki denklemler unutalı çok oldu. Hatta bugün oy kullanan hatrı sayılır ölçüde seçmen dahi Erdoğan öncesi Türkiye’ye dair pek bir şey hatırlamıyor. Görüyoruz ki eskiden en yanlış kararlarından bile güçlenerek, yeni bir siyasetle çıkabilen Erdoğan artık gündemi ve siyaseti kendisi kurgulayamıyor. Önce Başbakan, sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan siyasi hayatının başından beri pozisyonunu giderek güçlendirdi, değişen cumhurbaşkanlığı sisteminden sonra da ülkedeki her konuda tek karar mercii haline geldi. Gücü öyle bir seviyeye ulaştı ki artık başarızlığını yükleyecek biri ya da birilerini bulamıyor. Halk artık başarısızlıkta onun kabahati olmadığına ikna olamıyor. Ve bugün geldiğimiz noktada görüyoruz ki bir başka siyaset efsanemiz Merhum Süleyman Demirel’in de dediği gibi; ‘İktidarın değişeceğini hissettiği gün trafik polisinin bile tutumu değişir.’ Öyle de oluyor artık kendi kurduğu sistem Erdoğan’ı dışına itiyor.
Güç siyanürden daha tehlikelidir insan için. Erdoğan’ın sırf kazanan kalabilmek ve öyle hatırlanabilmek için bütün bu ihtişamlı ünvanlardan, sonsuz imkanlardan vazgeçip emeklilik hayatını tercih edebileceğini zannetmiyorum. Öbür taraftan etrafında kendine bağlı kurduğu düzen ve elemanları da buna izin vermeyecektir. Onların da kendi ikballeri için, Erdoğan’ın bir kaybeden olarak hatırlanmasına gocunacaklarını hiç zannetmiyorum.
Tarih boyunca hatırladığımız en büyük komutanların pek çok mahir özelliğinden biri de zamanında geri çekilebilmektir. Eğer bugün Erdoğan kendini partiler ve siyaset üstü bir yere çekmeyi başarabilirse yarın kendi kurduğu düzenin de yaşama ihtimali olacaktır. Ama adına siyasal ya da ılımlı islam ne derseniz deyin Erdoğan’la birlikte kaybettiğinde Ak Parti ve bütün siyasi unsurları tarih sahnesinden yavaşça silinecek ve gelecekte daha yeni bir Türkiye konuşulmaya başlanacaktır. Erdoğan siyasi mirasının yaşamasını istiyorsa tam da bugün kaybetmesi kesin o savaşa girmekten kaçınmalıdır.
Mümkün mü?
Dediğim gibi, sanmıyorum.