Daha önce de söyledim, Bursa’nın kültür tarihimiz açısından kendi bağrından yetişen şahsiyetleri saymakla bitmez. Kimler gelmiş, kimler geçmiştir bu şehirden… Kimler yaşamış, kimler ölmüştür… Şöyle biraz baktık mı; kimi zaman mütebessim, kimi zaman ciddi çehreleriyle çıkarlar karşımıza tarihin içinden. Bu şahsiyetler bizimle aynı sokakları adımlamış, aynı manzaraya bakmış, aynı havayı tenefüs etmişlerdir zamanında…
İşte onlardan biri de Ressam Şefik Bursalı…
Bir cadde olarak aşinâsınız bu isme, biliyorum. Aslında o cadde, Kafkas pastahanesinden yukarıya çıkarken, henüz kız lisesine varmadan sol tarafta kalan o binadan alır ismini. Biraz dikkatlice bakarsanız binanın cephesinde Ressam Şefik Bursalı’nın orada doğduğunu söyleyen eski bir tabela da vardır hatta.
Kim mi Ressam Şefik Bursalı? Sanat ve kültür tarihimiz açısından oldukça mühim bir şahıs.
1903 yılında Bursa’da doğuyor, 1930’da Sanâyi-i Nefîse mektebinden (Güzel Sanatlar Akademisi) mezun oluyor ve öğrenimine Paris’te devam ediyor. Öğrencilik yıllarında dahi Türk Ressamlar Birliği’nin sergilerine katılım teklifi alan ressam, bu sergilere, resmettiği Bursa manzaraları ile katılıyor. Paris dönüşünde yurt içindeki birçok şehirde resim öğretmenliği yapıyor ve 1936’da Güzel Sanatlar Akademisi dahilinde akademisyenliğe seçiliyor. 1937-1938 yıllarında Atatürk’ün desteğiyle birçok ülkede sergiler açıyor, çeşitli ödüllere layık görülüyor. 1986’da Kültür Bakanlığı, Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü alarak sanatsal kariyerini taçlandırıyor.
Ve 20 Nisan 1990’da aramızdan ayrılıyor.
Ressam Şefik Bursalı’nın takriben yedi, sekiz yıl önce Kent Müzesi’nin açılışının 15. yıl dönümü töreninde ilk defa sergilenmesiyle görme fırsatı bulduğum “Karagöz Seyri” tablosunu hatırlıyorum şimdi. Osmanlı’da sosyal hayatın bir parçası olan “Karagöz ve Hacivat Seyri” kültürünü yansıtan bu tablo sıcak renkleri ile hemen göze çarpmakta ve ilk bakışta insana adeta tablodaki mekânın atmosferini yaşatmaktaydı.
O tabloya dair aldığım notlara şöyle beraber bakalım ve Ressam Şefik Bursalı’nın sanatının arka planına dair hep beraber fikir yürütelim isterim…
Tablodaki figürler: Üçü kadın, dördü erkek olmak üzere dönemin giyim ve kuşam anlayışına uygun, figürlerin bulunduğu mekân ise, özellikle Karagöz ve Hacivat seyrinin yapıldığı sahnenin ve sol kısımdaki pencerenin kemeri, Osmanlı mimarisinin hüviyetini yansıtan sivri kemer kompozisiyonuyla betimlenmektedir. Tablodaki sahnede sırtı bize doğru dönük olmak suretiyle seyri izleyen figür “kâtibî” kavuğu ile dikkat çekmekte ve tabloya bakışımızdaki akışı Karagöz Seyri’nin sergilendiği sahneye yöneltmektedir.
Tablonun sol kısmındaki figür ise adeta “yûsufî” kavuğu ve sakalı ile devlet ricalinden olduğunu bizlere söylemekte, resmin sağ kısmında nargile içen bir figür ile ona hizmet eden bir başka figür ise kompozisyondaki bütünlüğü tamamlamakta. Tablonun topyekûn teması durağanlığın göğsünde gizlenmiş o sonsuz hareketi, bir anın dondurulmuş çerçevesinde, kendi içinde bölünmüş bir şekilde bize yansıtmakta ve Osmanlı toplumunun sosyal hayatına dair mühim doneler vermektedir.
Tablodaki kadın figürler ise, Karagöz Seyri’nin sergilendiği sahnenin hemen önünde yüzleri sahneye dönük bir şekilde oturmaktadırlar. Kadın figürler ile erkek figürleri ayırmak için kullanılan espası hissetmekte ve perspektif olarak derinliği, sanki bir nebze sahnenin üstünden bakarcasına algılamaktayız. Kadınlar üzerlerindeki zarafet ve endam ile o dönemin geleneksel modasını yansıtmakta ve yine kadın figürlerin birbirlerine yakın olmaları itibariyle erkekler ile aralarındaki keskin çizgi göze çarpmaktadır.
Tablonun ana mahiyetini oluşturan “Karagöz ve Hacivat Seyri” ise manası bakımından üzerinde durulması gereken başka bir konu…
Karagöz ve Hacivat oyununun teknik olarak ortaya konulması için “Hayâlî” denilen ve bu geleneksel sanatta ustalaşmış bir ustanın olması gerekmektedir. Hayâlî, perde arkasında oynattığı figürlerin hareketinde ışık vasıtası ile bir gerçeklik algısı oluşturmakta, oyundaki her figürün nihai kaderi Hayâlî’nin elinde bulunmaktadır.
Işık vasıtası ile oluşturulan “gerçeklik algısı” bize İslam felsefesi tarihindeki “İşrâki” ekolünü hatırlatmaktadır. Kelime anlamı şark (doğu) kelimesinden türetilmiş işrâk kelimesi güneşin doğuşu sırasındaki aydınlık manasına gelmektedir.
İşrâki ekolünün kurucusu Şahabeddin Sühreverdî Maktûl ile Karagöz ve Hacivat oyununun mucidi Mehmed Kuşterî’nin İran’lı olması, gelenekteki ışık ve gerçeklik (varlık) mefhumunun kökenine dair mühim bir veridir. Mehmed Kuşteri İran’dan Bursa’ya gelmiş bir mutasavvıftır ve bugün mezarı ne yazık ki kayıptır.
Ressam Şefik Bursalı’nın birçok eserinde bu tür betimlemeler ve geleneğe ait izler bulunmaktadır. Sanat tarihi açısından Şefik Bursa’lı ustanın eserleri yıllar geçtikçe daha da anlaşılmakta ve bu eserler üzerindeki çalışmalar günden güne artmaktadır.