Hepimiz Cumhuriyet denilince kitabî bilgilerle çerçevelenmiş birkaç şey söyleyebiliriz. Ama Cumhuriyet denilince ne hissettiğimiz de en az kitabî bilgiler kadar mühimdir.
Misal olarak bizim nesil cumhuriyetin bir diğer yüzyılını, yani iki yüz yaşını göremeyecek. Bir diğer yüzyılda bizden kalan hatıralar olacak elbet, nesilden nesile aktarılan Cumhuriyet bilinci belki daha da fazla idrak edilmiş bir şekilde, yine tüm coşkusuyla kutlanacak.
Cumhuriyetin ikinci yüz yılına adım attığımız bu ilk gününde, cumhuriyetin iki yüzüncü yaşını görecek nesle, zamanın hiç durmayan akışına teslim edeceğim bir mektup yazmak, bir hatıra bırakmak istiyorum. Bu mektubun yüz yıl sonra adresine ulaşacağına eminim.
Cumhuriyetin ikinci yüz yaşını görecek nesle sesleniyorum şimdi…
Cumhuriyet bir asırlık koca bir çınar olurken, al bayrak kimi zaman göğsümüzde, kimi zaman elimizde, ama her ne olursa olsun değişmez bir kaide olarak göndere çekilmiş bir vaziyetteyken biz de onun gölgesinde, bu günlere, yani cumhuriyetin yüzüncü yaşına geldik. Ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün dilinden "Hâkimiyet, bilâ kaydü şart milletindir" cümlesinde yankısını bulan kararlılık, milletin sinesinde taşınarak yüzüncü yaşına ulaştı.
Siz belki kitaplardan yahut elektronik araçlardan, mesela günümüzde yapay zekanın,sizin zamanınızda daha da gelişmiş olacak imkanlarından bu günleri bilecek ve göreceksiniz. Size sadece günümüzü değil, bugünden takriben otuz yıl evvelinde yurdumuzun etrafındaki ateş çemberinden de bahsetmek istiyorum.
Körfez savaşıyla 1992 yılında yanmaya başlayan ateş 1995 yılına kadar süren Bosna savaşıyla devam etti. Bosna’daki insanlık dramı sürerken, 1994 yılında Rus – Çeçen savaşı başladı bu kez. 2000’li yılların başında ise Irak ABD tarafından işgal edildi. Ardından Arap baharı, bölgedeki tüm dengeleri bozdu. Yakın zamanda Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş sürerken, bu kez İsrail ve Hamas arasındaki çatışmalarda Gazze’de başka bir insanlık dramı yaşandı ve yaşanıyor. Coğrafyamız yirminci yüzyılın sonlarından itibaren şekillenmeye devam ediyor. Çevremizdeki ateş çemberinde güç mücadelesi sürüyor ve bu çemberin tam ortasında ise yurdumuz bulunuyor.
Bu coğrafya her daim kıymetliydi, biliyoruz. Birinci dünya savaşında emellerine ulaşamayan güçler, değişerek ve dönüşerek, perde arkasında planlarını her daim sürdürmeye devam ettiler.
Şimdi bu ateş çemberinin ortasında, istikrar ve hürriyet ile ilk yüz yılını tamamlayan bir cumhuriyetin neferleri olarak bizler bulunuyoruz.
Kabul edelim, eğer cumhuriyet sağlam temeller üzerine oturmasaydı ve “Hâkimiyet, bilâ kaydü şart milletindir” kararı bugünlere inançla ulaşmasaydı, çevremizdeki ateş çemberinden bir kıvılcımın üzerimize sıçraması an meselesiydi. Güçlü durduk ve her ne olursa olsun kendi ulusal bilincimizi muhafaza ettik ve etmeye devam edeceğiz.
Çünkü hakimiyet, yani egemenliğin hiçbir şart ve koşul kabul etmeden milletin elinde olması, sizin de takdir edeceğiniz gibi toplumların sezgisinin yanılmayı kabul etmediğinin ve ulus kavramının, derinlerde bulunan devlet aklından beslendiğinin mühim bir delaleti. Bu akıl geçmişte de vardı ve gelecekte de olacak hiç şüphesiz.
Cumhuriyetin iki yüz yaşını kutlayan nesil, sizleri işte böyle bir ateş çemberinin ortasında, ellerinizdeki al bayraklarla, gözlerinizdeki ezeli umutla ve yüzlerinizde bir ulusun köklü tarihinin övüncüyle şehirlerin meydanlarında, görür gibiyim şimdi. Bu kez iki yüz yıllık bir hürriyet bilincinin, yıllar boyu akarak, sizde daha farklı ve daha taze bir heyecana erişeğine inancım tam. Çünkü cumhuriyet, tüm köhneliğe inat, yıllar geçtikçe ihtiyarlamaktan ziyade gençleşen ve her yüz yılda biraz daha anlam kazanan bir cevher.
Cumhuriyetin yüzüncü yılını doldurduğumuz bu günden sonra, yüz yıllık bir gençliğin sıhhatini ve varlığını muhafaza edip sizlere aktarmak bizim vazifemiz; sizden sonraki nesillere, üç yüzüncü, beş yüzüncü ve bininci yıllara ulaştırmak ise sizin. Bu hususta, bizlere miras kalmış ve sizlere miras kalacak bu cevhere layık olan ehemmiyeti vereceğinizi biliyorum.
Çünkü bu cevherin kaynağı, “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” diyerek, nesillere ve aslında sonsuza seslenmiş ve cumhuriyet gibi bir cevheri, zaman içinde zamansız bir fikir olarak bu yurda armağan etmiştir.
O zaman ezelden ebede uzanan bir çizgi üzerinde, nesiller boyu yankısını bulan bir sesle yeniden söyleyelim:
Sen çok yaşa Cumhuriyet!
Cumhuriyetin iki yüzüncü yaşını kutlayan nesil size son olarak şartlar ne olursa olsun al bayrağın gölgesinden ayrılmadan, damarlarınızdaki asil kanın akışını duya duya geleceğe cesaret ve azimle bakmanızı öğütlüyorum.
Sonsuz hürriyet ateşinin parladığı gözlerinden öperim
Saygı, sevgi ve inançla.
Cumhuriyetin ilk yüz yılından bir kardeşiniz.